İkinci Dünya Savaşı’nın ayak sesleri duyulunca, hükümet ekonomik tedbirler almak zorunda kalmıştı. Türk ordusu savaşa hazır değildi. Askerin giysi ihtiyacı bulunmaktaydı. Bununla birlikte Türk ordusu modern bir ordu değildi, zırhlı ve motorlu bir orduya karşı savaşması mümkün gözükmüyordu. Savaş başladığında ordudaki az olan asker sayısı, seferberlik ilanıyla beraber 1.000.000’u geçmiş, savaş sürerken 1.500.000 olmuştur. Bu seferberliğin ekonomiye getirdiği yükün de halka yansıtılması kaçınılmaz olmuştur. Tarımla uğraşan nüfusun tüketici konumuna geçmesi üretimin düşmesine neden olmuş, Avrupa ve Akdeniz’in savaş alanı olmasıyla da yurda ithal malın girmesi zorlaşmıştır. Böyle bir durumda ülke içerisinde metanın azalması ile mallar karaborsaya düşmüş, zengin kesimler mal stoklamaya başlamış, tüccarlar da ellerindeki ürünleri çok yüksek fiyatlardan satmaya başlamışlardır (Seydi, 2009: 260). Milli Korunma Kanunu da böyle bir dönemde ortaya çıkmıştır.
Fiyatların kontrolsüzce artması ve denetlenememesi, devletin bazı tedbirler almasını gerektirmiştir. Bir komisyon kurularak Recep Peker’in başkanlığında Milli Korunma Kanunu Tasarısı oluşturulmuştur. Bu tasarı CHP Meclis grubunda uzun bir süre tartışılmış, sonrasında parti içi uzlaşmaya gidilerek kabul edilmiş ve yürürlüğe girmiştir. Bu kanunla, bürokrasiye savaş ekonomisini yürütmek için çok geniş yetkiler verilmiştir.
Bu dönemin başbakanı Refik Saydam öldükten sonra yerine gelen Saraçoğlu sıkı tedbirleri elden bırakmamış, ancak Aşcı’nın da belirtiği gibi daha liberal bir politika izleyerek fiyatların yükselmesine sebep olmuştur (Aşcı, 2012: 67). Kanunun tanıdığı yetkilere göre hükümet; halkın ve askerin ihtiyaçları için kooperatifleri, maden şirketlerini kontrol edebilmekte ve yönlendirebilmekteydi. Ürünlere, fabrikalara, sanayi ve maden şirketlerine gerektiğinde bir bedel ödeyerek el koyabilmekteydi. Hükümet her türlü ticari ve endüstriyel işletme kurma, gerek gördüğünde el koyma ve bunları işletme hakkına sahipti. Böylelikle özel teşebbüslerin devletin kontrolü altına alınmasıyla beraber kanunun karaborsayı ve vurgunculuğu önlemeyi hedeflediği de söylenebilir. Kanuna muhalif olanlara ise para ve hapis cezası ile çalışma zorunluluğu getirilmiştir. Bu kanundan dolayı dar gelirliler vergilerini ödeyememiş ve zorla çalıştırılmıştır (Seydi, 2009: 260).
Devletin “el koymasıyla” ilgili Aşcı’nın Aydemir’den aktardığına göre İkinci Dünya Savaşı sırasında el koyma uygulamaları çok fazla olmamış, uygulama sadece zaruri olarak tarım ve sanayi için kullanılmıştır (Aşcı, 2012: 74). El koymanın haricinde “Karne uygulaması” da yapılmıştır. Bu uygulamayla ise, insanların piyasada az bulunan ürünlere eşit bir şekilde ulaşması hedeflenmiştir. Örnek olarak; savaş sırasında gıda darlığı yaşanmış, buğday üretiminin düşmesiyle ekmek satışları karneye bağlanmıştır. Bu nedenle hükümet, MKK’da fırınlara ve değirmenlere el koymasını sağlayacak bir değişiklik yapmıştır (Ulusoy, 2010: 105).
Savaş dönemi ekonomi politikalarından biri olan bu kanun, halkın büyük bölümünün geçimini zorlaştırmıştır. Yukarıda da belirtildiği gibi Saydam’ın yerine gelen Şükrü Saraçoğlu ise “piyasacı” bir düşünceyle devlet denetimini azaltmış, bu da fiyatların artmasına ve elinde ürün bulunduran halkın küçük bir kesiminin savaş zengini olmasına sebep olmuştur. Bu ortamı değerlendirerek vurgunculuk yapanları vergilendirmek içinse Varlık Vergisi Kanunu çıkartılmıştır.