Bir bilinmeyen,
ışık tutabilir mi geleceğe içindeki onca hikayeyle?
Saydam bir hayat, diyorum,
cam fanus içerisindeki bir tiyatro değil midir?
Gözler önüne serilmiş yaşamlar…
Doğmak ve ölmek;
bugünlerde yaşam, bu iki noktanın arasında
bir doğru oluşturamayanların gölgesinde varlığını sürdürüyor.
Gölgeler ki günün her saati ve yılın her mevsimi
uzayıp kısalan geçmişidir insanın, yaşamın.
Gölgesiz bir insan görülmüş müdür
yahut bir nesne?
Işık varsa gölge de vardır,
ışık olmayınca gölge de hiçliğe karışır.
Gölge bir bilinmeyendir en nihayetinde,
geçmişidir insanın.
Öyleyse gölge ışık tutabilir mi geleceğe?
İnsanlar yürürken geçmişlerini de taşırlar çevrelerinde.
Işığa yürümek geçmişe sırt dönmektir;
gölgeniz önünüze düşüyorsa,
ışığınıza sırtınızı dönmüşsünüz demektir.
Ne kadar yürüyebilir insan bu şekilde hayat çizgisinde,
izleyerek gölgesini.
Geleceği göz ardı ederek yaşamak nedir?
Ayağıyla gölgesini ezmeye çalışan bir insan,
geçmişinden intikam almaya çalışmıyor mudur?
Yüzlerce hikâye anlatılır da
bir cümle kadar düşündürmez insanı.
Yüzlerce insan doğar da
bir ölenin yerini tutmazlar.
Yüzlerce insan ölür bazen,
çoğu zaman başka bir insandır öldüren.
Ve dünya döner,
durmaz.
Dünya
üç yüz altmış dört gün altı saat döner de
bunca gün
o kalan bir günün yerini tutmaz.
Doğduğu kadar batar güneş,
döndüğü kadar var olmuştur dünya.
Peki dünyanın gölgesi kime vurur ya da
havadaki nesnelerin?
Geçmişin geride bırakılabilmesi için
ayağın yerden kesilmesi mi gerekir?
Öyle ki;
geleceğe adım atabilenlerin geçmişi
başkalarına gölge olur bu hayatta.
Siz kimlerin yaşamına gölge oldunuz bugüne kadar?