Kabuğumu soydu önce. Dilimledi, ince ince. Sobanın üstünde kızarttı. Yanık izlerimi bıraktı öylece… Patates etti bizi, patates!
Önce kabuk atarlandı tabii “bizi niye yakmıyon da gömüyon.” Sobanın üstüne dizilen dilimler ayrıldı kuzey-güney diye. Güneyliler isyan etti “yanıyoruz lan!” – kuzeyliler ağlamaya başladı “biz niye yanmıyoruz!”
Düzen hep aynıydı aslında, isyanlar boşa.
Soyulan, dilimlenen, kızaran…
Soyan, dilimleyen, kızartan…
Hepsi belli, kuzeyde kalacak kısım da, güneyde kalacak olan da. Altta kalan da, üstte kalan da… Patates ettiler aşkı. Kül ettiler, sobanın en közlü soğuğunda.
Payımıza düşenlerle yetinmiyoruz, hep daha fazlasını istiyoruz. Elde ettiklerimiz az geliyor. Önceden, elde edeceğimizde bizi mutlu edecek olanlar; elde edildikten sonra sıradanlaşıyor. Yeniliklere alışıyoruz, alışkanlık yeniliği sıradanlaştırıyor. Payımıza düşenlerin, aslında elde ettiklerimiz olduğunu unutuyoruz. Aşkı değerli kılan yaşattıklarıdır yaşatanı değil; anılarınızda en az onun kadar sizin de payınız vardır ve hiç tek kişilik pasta yediniz mi? Güzel anılar unutulmamalı, zaten acıyı değil verilen mutluluğu hatırlar insan. “Gülü seven dikenine katlanır” ne de olsa. Mutluluk, acı çekmeden kazanılacak kadar ucuz bir şey değildir.
“Bardağın dolu tarafını gör” sözünü kim söylemişse halt etmiş. Bardağın boş kısmını göreceksin ki hatalarınla yüzleşebilesin. Yüz leşe bile sinsice gülen şizofrenler var. Deneme-yanılma yöntemiyle âşık olmaya çalışırlar. Karaktersiz 160 karaktere takılır ayrılık mesajları. Yağmur yağar, evini yakar en ıslak vedalar. Almazsın kimsecikleri evine, istemediğinden değil duymadığından kapını çalanları; belki de duymak istemediğinden. Önceleri aşkından gözlerine bakamayanlar, korkudan bakamaz olurlar ayrılık isteği beyinlerine bildirim olarak gelince. Peki ya geride kalan yüz leş? Geride kalan mı hak etti geride kalmayı, önde olan mı hak etti, yüzleri geride bırakmayı. Hiç kimse hak ettiği değeri görmez; çoğu fazlasını, bir kısmı da hak ettiğinden azını görür. “Yaşadıklarımı hak etmedim” demeyen insan evladı da yoktur. Yok, bir de hak etseydin!
Bazı insanlar vardır, hayatınızı uzun süre işgal edip sadece acı, keder bırakırlar. Bazıları da kalbinizi işgal ederler. Bazen bir insanın kalbine girebilmek, onun düşüncelerini değiştirmekten daha zor olabilir. Aşk ruhtadır, baki kalır; düşünceler ölümlüdür, yaşatılır. Her ne yaşarsa yaşasın, kendi karakterinden vazgeçmemeli insan. Her şey bittiğinde, olumsuzlukları göz ardı ederek: “belki de ikimiz için böylesi daha iyidir” demek, insanca bir harekettir. İyi olun, bu insanları şaşırtır. Neslimiz kötülüklere alışkın, iyiliğe aç. Bizim buralardan bir abinin de dediği gibi “insan her şeye alışır.” En zoruna, en büyük acıya bile. Unutmak için çabalamayın, kolay olanı seçmiş olursunuz. Zor olan vazgeçmektir. Vazgeçmeyi öğrendiğiniz gün mutlu olabilirsiniz. İnsan, yenilik sıradanlaşıyor diye yenilikten vazgeçmek zorunda değil. Her şeyden önce, öğrenebilmeyi öğrenmeli insan.
Hiçbir insan diğerlerinden farklı bir hayat yaşamaz, sadece tercihler farklıdır. Kader dediğimiz olgu, yaratıcının bizim hayatlarımızı çizip yazması değildir. Yüksek hız yapıp şarampole yuvarlanma salaklığını yapan insan için “kader” kelimesini kullanmak, yapılanı masum kılma eylemidir. Başka hayatları tehlikeye atmak, başka insanların kaderlerine karışmaktır. Başkası adına sınava girmek gibi. Her insan kaderini kendi yazar. Kader kelimesini kullanarak başarısızlıklarınızdan dolayı yaratıcıyı suçlamayın! Bir insanın hayatına girip hiçbir şey söylemeden çekip gitmek, fahişeliğin ruhsallaştırılmış olanıdır.
“Kader mahkûmları” da neymiş, ben mi cinayet işleyip bedenleri öldürdüm! Ben mi tecavüz edip ruhları öldürdüm! Nefes almıyor diye bir insan ölmüş sayılmaz, nefes alıyor diye de bir insan ölmemiş sayılmaz! “Hak edilmiş mahkûmluk”tur o, kaderlerini sildiklerim.
Yaktılar, yediler, kül ettiler. Sobay olduk resmen! Kıvılcım biraz, ateş soğudu buralarda. Kabuğumuzu soyup soyup dilimlediler, patates ettiler bizi! Öykümüzü yaz. Ekle son satırına saygılarımı: şu boruyu görüyor musun?
17.01.2013