Şimdi bir yalnızlıktır, alıp başını giden. Giden tek başınadır yolunda, yalnızlıksa iki kişiliktir bazen.
Ütopik mutluluklar geride kaldığında kapanır perde. Oyun biter. Böylelikle herkes gider. Sessizlik hakim olur. Sessizlik; dikta yönetimi, unutulmuş bir gezegende. Gün olur bazen, hafta olur, ay olur, yıl biter asır olur. Olur yani elbet. Perde açılır ve kararır etraf, yeniden oynanır bir oyun. Kaçar kimisi acelesi olan, kalır kimisi tahammül eden. Bazıları asır öncesinin silüetleridir, bir şans daha verilir ve bir kadın soyunur.
Üç şehir taşra, dağ göl ova. Coğrafik değil ya da siyasi; yaşanmışlıklarındandır taşralıkları. Büyük şehir havası solumamış, tutmuş nefesini il sınırında. Çiçekleri solmuş ya da solmamış, her çiçek ezilecektir ayaklar altında.
Sarılır insan yalnızlığına, insanlığı bundandır. Bir dakika sarılır, on dakika olur, bir saat olur, bir aşk başlar ömür olur. Böylelikle arınır yaşam, böylelikle…
Adil midir hayat sahiden? Bir tren heybetiyle koşmalı insan, geride bıraktığı tek şey yine kendi olmalı. Bir cümle ne kadar tutku kokabilirse o kadar yazdı kalem, -di’li geçmiş zaman. İnsan susar, sustukça daha çok zaman. Geçer, her şey gibi her tutuşma, her yangın, her kıvılcım… Her yer aranır, bulunamaz bir cevap.
Hiçbir şey kalmadı geriye, ne bir hükümdar yalnızlığı ne de bir halk kalabalığı. Bir zaman diliminde sıkışıp kaldık. Hayatın, köşelerinde sakladığı toz kırıntılarıyızdır artık. Sahi gülüm, insan neden geceleri hüzünlenir böylesine? “Kal” diyorum, ansiklopedi kadar kalın bir kelime.
Üç şehir, bir nokta. Kalem sivrilir yeniden, kalemin kapıları kapalı dışarıya. Dışarısı hiçlik, dışarısı patika bir yol. Her yol uzundur, bir tanesine gidilir iki şeritten. Kaset mi biter yoksa her hayat bir kaset midir, başa sarıldıkça aynı hissi veren.
Sarılır insan yalnızlığına, yalnızlıksa iki kişiliktir bazen.