Bir güz yağmuruyla başlar bazı hikayeler. Sabahın sessizliği her çöktüğünde kente, son bulur çoğu. Kırgınlık çözüm değil, kızgınlık hakim yorgunluklarımızda. Yalnızlığa, birçok vedaya çözüm diyorlar zaman için. Haberi var mıdır zamanın böyle gereksiz klişelerden.
Toprak su çektikçe kokar ya hani, birileri gittikçe gül kokar odalar, yanlışlık kokar, yaşlar akar odanın tavanından. Anlar mı vakit ‘yanlış’ olduğundan. Farkında mıdır herhangi bir anının.
Herkes uyutulur da öyle yazılır en güzel hikayeler, mutlu mudur sahi uyuyanlar? Bulutlar didişir birbirleriyle, tıpkı insanlar gibi. Tıpkı insanlar gibi çarpışır yalnızlıkları; her yalnızlıktan bir yaş doğar. “Elbet bir gün güneş de doğar” der karamsar. Her insanda bir parça karalık, her insanın bir parçası karanlık. Hayatın ilk patlamasıyla ayrıldı evren birbirinden. Farkında mı evren; kopan her parçanın bir düzeni koruduğundan?
Kimileri yıldızdır bu zaman diliminde, ışık tutarlar diğerlerine. Kimileri gezegen, döner dururlar; peşinden giderler aydınlık olanların. Bazıları uydudur gezegenlere, onlar asıl yalnızlar. Bağlılık gerektirir uydu olmak… Kara delikler de çoktur, yutar her iyi olanı içine; ak göt kara göt belli olsun diye. Her hikayede bir kez olsun güneş doğar. Gecesi olmayan günleri bekliyoruz. Yarını bugün olmuş dünleri unutmanın en kolay yolu zaman mı yani?
Kaybolmuş insanlık, duyguların esir topraklarında. “Esaret nasıl bir şey” diye soruyorlar, “bu soruya cevap bulamadığınız her durum” diyorum. Yani esiriz birbirimize, esir olmak da kolay değil be insan. Kafese yem koyarak hayvan beslemektir esaret; canlı olanı kaçacak diye zincirlemektir.
Her yalnızlık bir güneş doğurur; çok gece batırır.
Bir yalnızlık, kaç kaçırılmış hayattır?